Onları İzlerken Duyduğumuz Etkileyici Müziği O An Esnasında Aslında Film Karakterlerinin Duymaması Üzerine

Bu muzır başlık ve bakış açısı aklıma Eğlence Müziği ile Beraber Sunulan Kavga Sahneleri Üzerine adlı yazımdaki ''Bazen kavga sahnelerinde hareketli bir müzik çalar. Müzik ile kavga, şiddet, dövüş birbirine uyum sağlar. Kavga eden kişiler gerçekten kavga ediyor gibi değildirler. Sanki çalan müziği duyuyor gibidirler. Müziğin çalması ile beraber sahneye çıkan dansçı kızlardır onlar adeta.'' kısmı hakkında düşünürken geldi. Filmlerin çoğunda, duyduğumuz etkileyici müziği aslında o an oradaki karakterler duymuyor; o müzik sadece izleyen içindir. Tabii buna aykırı örnekler de var: Örneğin yolculuk ederken açılan radyodan çalan müzik, kaynağı o an çalan plak olan müzik, karakterlerin gittiği konserde çalan müzik gibi. Yazım o an orada bulunan nesneler ya da kişiler aracılığıyla müziğin çaldığı filmler üzerine değil; çoğu filmde kullanılan, bir dış ses olarak çalan müzikler üzerine.

Filmler hikâyelerini bir gerçeği aktarır gibi, yani o an orada gerçekten bir olay yaşanıyormuş da kamera hiç sesini çıkarmadan bu anı kaydediyormuş ve oyuncular da kameradan habersiz bir şekilde gerçekten o anı yaşıyormuş gibi sunuyor izleyicilerine genellikle. Bu durum bizi, gerçekmiş gibi yapılanın gerçek olduğunu sanıp içine girdiğimiz, bunlardan etkilendiğimiz anların tanıkları yapıyor. Ancak işin içine bir dış ses olarak müzik girince durum biraz değişiyor. Çünkü filmin gerçekliği içinde o an karakterlerin gerçekmiş gibi yaşadıkları şeyleri bizler izlerken, dış ses olarak çalan müziği sadece biz izleyiciler duyuyoruz. Filmin kendi gerçekliği içinde o karakterler o an kayıt altına alınırken o müziği duymadan o anı yaşıyor. Bu tuhaf durum ve üzerine yeni yeni düşünmeye başladığım hatta üzerine düşünmeyi garip ve eğlenceli bulduğum bu durum beni bu cümleleri yazmaya itti.

Hiç, bir filmi izlerken bir dış ses olarak duyduğunuz etkileyici ve hatta çok da hoşunuza giden müziğin aslında o sahnede o anı yaşayan karakterler tarafından duyulmadığını, aslında size gerçekmiş gibi sunulan o sahnenin gerçekliği içinde müziğin yerinin olmadığını düşündünüz mü?

Film hikâyesini izleyicilere sunarken o hikâyenin öznesi olan karakterlerin bulunduğu yerlerde bulunan kamera aracılığıyla bunu yapar. Eğer ben bir hikâye yaşıyor olsaydım, çevremde bir çift meraklı göz gibi sürekli beni ve etkileşimde bulunduğum kişiyi ya da kişileri çekip duran kameradan rahatsız olurdum. Dolayısıyla kameralardan uzakta bir yerde hikâyemi kendi gözlerimle yaşardım. Böylece film de olmazdı. Neyse ki filmlerde oynayan oyuncular böyle bir şey yapmıyor da meraklı ve amansız bir takipçi olan, bazen insanın burnunun dibine kadar giren kameradan illallah etmiyorlar da gerçekmiş gibi yaşanan bir hikâyenin konuğu olabiliyoruz.

Peki bu dış ses olarak bir anda yükseliveren müzik de ne oluyor da nereden peyda oluveriyor? Müzik güzeldir. Ama onu ben açtığımda ya da kendi isteğimle ona konuk olduğumda. Ya da şöyle demeli: Müzik güzeldir ama benim hikâyem yaşanırken aslında benim o hikâye esnasında duymadığım, o hikâye başkalarına sunulurken sanki o hikâye esnasında öyle bir müzik varmış gibi sunulmadığında.

Öte yandan müzik eğer karakter o hikâyeyi gerçekten yaşarken gerçekten duyulan bir şey olsaydı son derece yönlendirici ya da kaderi önceden bilici bir şey olurdu. Çünkü müzik yaşanan hikâyeyle uyumludur. Dolayısıyla müzik birazdan sonlanacak hikâyenin nasıl sonlanacağını biliyordur. Çünkü ona göre çalar; eğlenceli bir sahnede adacyo çalmaz, trajik bir sahnede şen şakrak çalmaz. Karakter uysal ya da saldırgan davranırken çalan müzikler farklıdır. O karakter, aslında duymadığı o müziği duyar da ondan dolayı mı uysal ya da saldırgan davranır; o müzikten etkilenir de o müziğin onu yönlendirdiği davranışı sergiler; yani o müzik onu hipnotize mi eder?

Dış ses olarak bir filmde beliriveren ve sadece biz izleyicilerin duyduğu müzik, filmde o an gerçekmiş gibi yaşanan ve gerçekmiş gibi sunulan hikâyenin gerçeklikle bağının koptuğu bir mantıksızlık sınırıdır. Buna rağmen o müzik ne menem bir şeydir ki aslında gerçeklikle bağı kopan bir hikâyeyi çoğu zaman daha derinden hissetmemizi, daha gerçekten hissetmemizi sağlar ve daha çok etkilenmemize neden olur. Filmler ne tuhaf.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz