İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz

Kimi zaman bir filmi insanlara tanıtan, anlatan yazılarda ''filmin ilk bölümü biraz sıkıcı ama daha sonra çok iyi bir film izleyeceksiniz'', ''ilk on beş dakikaya dayanabilirseniz çok iyi bir film sizi bekliyor'', ''film, sabrınızı biraz zorlayacak ama sakın bırakmayın'', ''uzun sahneleri severim diyorsanız bu film tam size göre'', ''on dakika boyunca otlara, yollara bakabilirim diyorsanız bu filmi kaçırmayın'' gibi söylemlerle karşılaşıyorum. Bu konu üzerine bir yazı yazma isteği duydum.

Öncelikle, bir sinemasevere sıkıcı, anlamsız, boş, gereksiz gelebilecek sahneler, filmler bir başka sinemasevere ilgi çekici, anlamlı, dolu, ustalıklı gelebilir. İnsanların filmlere bakış açıları kişiden kişiye göre değişebileceğine göre sırf bazı potansiyel izleyicileri aslında izlemeyecekleri bir filme ikna edebilmek için böyle bir albeni yaratmaya gerek olduğunu düşünmüyorum.

Bir eser, tüm sahneleriyle, tüm anlarıyla, her bir detayıyla bir ''eser'' niteliğine erişiyor. Kirazın Tadı filmindeki uzak çekimleri filmden çıkarırsanız filmi kısaltmış olursunuz. Ama bir film, sadece sahnelerin ve olayların gösterilerek birbirine bağlandığı bir eser değildir ki. Kimi izleyicilere, etrafta kayda değer hiçbir şey olmadığını düşündükleri için çok sıkıcı gelebilecek çekimlerde kimi izleyiciler o bölgenin coğrafyasını daha yakından görüp coğrafya ve insan davranışları üzerine bir şeyler bulabilecek, kimi izleyicilerse yönetmenlerin, onlara uzunca bir süre tanıdığı o uzak çekimler esnasında film, filmin başrol oyuncusunun ruh hali, düşünceleri üzerine fikir yürütebilecek, kendi hayatını onun yerine koyarak bir empati kuracaktır.

2001, Bir Uzay Destanı filminin ilk yirmi dakikası için, "maymunların kavgalarını izlemek istemiyorsanız bu kısmı atlayarak filme direkt başlayabilirsiniz" denilebilir mi? Bir keresinde, bir çeviri forumunda çevirmenlerle filmlerdeki şarkıları da çevirmeleri gerektiği üzerine konuşuyordum. Bir çevirmen, müzikler genellikle anlamsız oluyor, hatta ben şarkı çıkınca filmi ileri sarıyorum demişti. Filmlere böyle mi bakmalıyız? Haydi kısa kes, ne olacaksa olsun artık mı demeliyiz? Bir filmi anlatırken, o filmi izleyebilecek kişilere ''İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz'' demek, yukarıda anlattığım olumsuz yaklaşımların hakim olduğu bir sinema kültürüne sahip olmamız demek olacaktır.

Bir yönetmen, iki saat süren bir eserinin ilk on beş dakikasında simsiyah bir ekran gösterse ve izleyicilere sadece bir müzik dinletse, bu durum filmin on beş dakikasının gereksiz olduğu, atlanabileceği anlamına mı gelir? Eğer bir eser izlenmeye başlanmışsa o eserin sahibinin ortaya koyduğu şeyler her neyseler tabii ki o esere saygı duyularak izlenmelidir.

Film tamamlandıktan sonra her izleyici film hakkında bu konular üzerine düşüncelerini dile getirebilir. Bence ilk on beş dakikalık kısım filme pek fazla bir şey katmamış; öyle yapılmasa da olurmuş denilebilir. Ben böyle filmleri sevmiyorum çünkü şu ve şu nedenlerden dolayı denilebilir. O sahne bana pek anlamlı gelmedi, zorlama buldum denilebilir. Ama, filmi izleyecek insanlara ilk on beş dakikaya sıkılabilirsiniz; sonrasındaysa film çok güzelleşecek diyerek o filmi beğenmeyeceği tahmin edilen kişiler için sözde motive edici bir vaatte bulunmaya ne gerek var?


Yorumlar

  1. Çok rahatsız olduğum bir konuda çok doğru tespitlerde bulunmuşsunuz. Sinema sitelerinde filmle ilgili yorumlarda "izlemeye değmez, beş para etmez ya da muhteşem, sakın kaçırmayın" tarzındaki yorumlara deliriyorum. Bir film böyle değerlendirilmez, böyle eleştirilmez ki...

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim. Umarım ki böyle yaklaşımlar azalır.

    YanıtlaSil
  3. Yıllar önce çevirisini yaptığım bir belgeselde insan beyninin sürekli daha hızlısını istediğini yazıyordu. O sırada sebebi henüz bilinmiyordu, belki aradan geçen yıllarda sebebi de bulunmuştur; ama verilen örnekler, insan beyninin belli bir ritme alıştıktan sonra daha yavaşını kabullenmekte zorlandığını tespit ediyordu.

    İçinden geçtiğimiz teknolojik devrim sürecinde her şeyin hemen olmasına fazlasıyla alıştık. Bundan filmler de nasibini aldı. Artık kimsenin yavaş tempoya tahammülü kalmadı. Bırakın filmleri, insanlar 10 dakikadan uzun YouTube videolarına bile tahammül edemez hale geldi.

    Bu böyle daha nereye kadar gider, filmler tempoyu daha ne kadar hızlandırır bilmiyorum ama dingin filmlere olan talebin giderek azalacağını düşünüyorum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam