Sinema ve Tiyatronun İç İçe Girdiği Bir Ortamda İçsel Konuşma

Sinema ve Tiyatroda İçsel Konuşmaların Yansıtılması isimli yazımı Macbeth (1971)'i izlerken aklımda yer eden bir sorunun peşinden giderek yazmıştım. Bu filmden ve bu yazıdan sonraki yakın bir zamanda tam da bahsettiğim konuya uygun, üzerinde durulması, hakkında bir şeyler söylemeden bırakılıp kaybolmaması gerektiğini düşündüğüm bir nokta dikkatimi çekti Vanya on 42nd Street (1994) filmini izlerken.

Yukarıdaki giriş paragrafından sonra eklemeliyim ki sürekli sinema ve tiyatro kıyaslaması yapmak, ikisini birbirine yaklaştırmak ya da birine bakarken bunu diğeri üzerinden gerçekleştirmek gibi yaklaşımlar hoşuma gitmiyor. Ancak mademki ikisinden bir arada bahsettiğim bir yazı yazdım ve sonradan dikkatimi çeken bir örnek aklımda yer etti, o hâlde bir yazı daha yazmanın büyük bir mahsuru olmaz diye düşünerek mazur görülmeyi umuyorum bu iki sanat dalından sürekli bir arada bahsedilmesinden rahatsız olan okuyucular tarafından.

İlk yazımda tiyatroda karakterin içsel konuşma yöntemiyle izleyiciye ulaşamayacağından, çünkü bunu tiyatronun gerçekçiliği içinde gerçekleştirmenin mümkün olmadığından bahsetmiştim. Birkaç gün sonra izlediğim bir diğer çok güzel film olan Vanya on 42nd Street (1994)'te Vanya Dayı oyununun provasını yapan oyuncuların bu provasına konuk oluyoruz. Eser bize bu provayı bir tiyatro olarak sunuyor filmden ziyade. Bir tiyatro oyununa bir film üzerinden konuk olmayı sağlayan, ilginç bir yaklaşımı olan bir film Vanya on 42nd Street (1994). Ancak bu filmin bir yerinde eser, tiyatroyu izleyen seyirci konumundan çıkarıp bir filmi izleyen seyirci konumuna getiriyor bizi. Bu noktaya anlam veremediğimi söylemem gerekiyor. Bahsettiğim noktada Yelena karakteri Sonya'nın karşılıksız aşkı hakkında düşünürken bunu içsel konuşma şeklinde gerçekleştiriyor. Hâlbuki filmin kurgusu içinde aslında Yelena o anda karşısındaki izleyicilere konuşan bir tiyatro oyunu karakteri, bir tiyatro oyuncusu. Ama bu konuşma içsel konuşma şeklinde gerçekleştiği için o düşüncelerin filmin kurgusu gereği o an orada bulunan izleyicilere ulaşması mümkün değil. Tam da burada film rayından çıkıp bir oyunun provasının belgeselvari anlatımı olmayı bir kenara bırakıyor ve izlediğimiz oyun bir filme dönüşüyor. Daha sonra bu tarz bir içsel konuşma olmuyor filmin içindeki oyunda. Sadece bahsettiğim birkaç cümlelik bölüm bu şekilde, içsel konuşma olarak yer alıyor filmde.

Peki bu nokta neden ilginç ya da üzerine düşünülmesi, söz edilmesi gereken bir nokta? Bunun cevabını tam olarak verebilecek damıtılmışlıkta hissetmiyorum kendimi. Film bizlere öyküyü bir tiyatro oyununun provasını gerçekçi şekilde göstererek anlatırken neden bir anda, aslında gerçekte öyle bir şeyin yani içsel konuşma ile salondaki izleyicilere hitap etmenin mümkün olmadığı bir ortamda öyküsünü devam ettirdi kısacık da olsa? Bu bir mantık hatası mıydı, önemsiz bir detay mıydı ya da ''bu, nihayetinde bir oyun değil, filmdir'' mi demekti? Bilemiyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz