Sinema ve Tiyatroda İçsel Konuşmaların Yansıtılması

Daha önce hiç düşünmediğim, aklımın ucundan bile geçmemiş bir düşünce düştü aklıma Macbeth (1971) filmini izlerken. O zaman aklımda yer eden bu düşünceyi şimdi yazıya dökmeye çalışıyorum. Bir oyun uyarlaması olan bu filmin senaryosu, aslında tiyatro için yazılmış çok önemli bir Shakespeare eseri. Bu eser bir metin olarak ve tiyatro için varken oyunda içsel konuşmaya yer vermek mümkün değil. Ancak filmde bunu yapabilmek mümkün ki Macbeth (1971) filminde bu teknik çok başarılı bir şekilde kullanılmış.

Filmi izlerken karakterin içsel konuşmalarının dış ses olarak verilmesi, eğer o konuşmalar gerçekten oyuncunun ağzından dışarı çıkarak söylenseydi olabileceklerden daha etkileyici bir anlatım oluşturuyor. Çünkü bir ana karakter kendi kendineyken onun neler düşündüğünü öğreniyoruz bazı yerlerinde oyun metninin. Bunu sahnede sunmak istediğinizde, o karakterin neler düşündüğünü (her ne kadar o karakter sahnede yalnızken böyle yapması saçma bulunabilecek olsa da) onun kendi kendine konuşması sonucunda öğrenebiliriz. Tiyatroda buna mahkûmuz. Hâlbuki bir filmi izlerken aslında karakterin kendi kendine, dışından konuşarak bu kadar uzun sözler etmesi bize anlamsız görünebileceği için de onun konuşmalarının içsel şekilde olması ama o konuşmaların bize dış ses olarak yansıtılması tekniği çok yararlı bir anlatım imkânı sunuyor.

Peki filmdeki içsel konuşmaların dış ses ile izleyicilere aktarılması durumu tiyatroda da uygulanamaz mı? Evet, uygulanabilir. Ama bu durumda tiyatroya zarar verilir. Çünkü bir karakterin içsel konuşmalarını tiyatro sahnesinde ancak önceden yapılmış bir ses kaydını oynatarak ya da o an bir başka oyuncunun canlı olarak bunları seslendirmesi sonucunda verebilirsiniz. Her iki durum da tiyatronun o an orada gerçekten olanı sunma amacına, tiyatronun ruhuna aykırıdır bana göre. Çünkü karşımızda gördüğümüz karakterin beyninin içinden neler geçtiğini bilmemiz mümkün değildir. Bir dış ses ile bunu duyarsak o dış sesin orada gördüğümüz karakterin o anda gerçekten de beyninden geçenlerin yansıması olduğuna inanamayız. Çünkü bir insanın içinden düşündüğü herhangi bir şeyi duymamız mümkün değildir.

Bir sinema eseri izlerken bir karakterin içsel konuşmalarını duymamız bize neden garip gelmiyor peki? Bunun iki katmanlı olduğunu düşünüyorum. Birincisi, sinema zaten gerçek değil. Yani bizim ekranda izlediğimiz şey, önceden kaydedilmiş bir görüntünün oynatılması. Bu durumda, zaten kaydedilmiş olanın oynatıldığı bir görüntü gerçek değildir. Gerçek olmayan bir şeyin içindeki gerçeğe aykırılığa bakmak mantık sınırını aşmak olacaktır. Çünkü eğer karakterin içsel konuşmasını duymayı mantıksız bulursak o zaman ondan çok daha büyüğü olan, karşımızdaki ekrana yansımış bir görüntü kaydını gerçekmiş gibi izlemeyi hepten mantıksız bulmamız gerekir.

Macbeth (1971) filminde karakterin Shakespeare tarafından yazılmış sözleri içinden söyleyişi ama bunu o an duyuyor oluşumuz bana o kadar da mantıksız gelmemişti. Bunda bir mantıksızlık olduğunu düşünmemiştim bile. Beni ilgilendiren ve çarpan nokta, filmdeki gibi içsel konuşmaları tiyatro sahnesinde izleyicilere aktarmanın mümkün olamayacağıydı. Örneğin bir oyun yazdığınızı düşünelim. Bu oyunda bir karakter olsun ve oyun boyunca içinden konuşuyor olsun. Ya da yenilikçi bir teknik olarak bilinç akışı da kullanılabilir. Bu oyunda sözleri izleyicilere anlatmanız mümkün müdür? Değildir. Ancak önceden yapılmış ses kaydı ile (ki o zaman bu tiyatronun ruhuna ve gerçekliğine aykırı olur; ses gerçek olmayacaksa o zaman görüntü de gerçek olmasın ve oyuncunun sahneye çıkmasındansa önceden yapılmış görüntü kaydı izleyiciye sunulsun; bunlar tiyatroyu öldürmek olur; o an, orada gerçeğin taklidinin somut olarak gerçekleştirilmesi gerekir; ses kaydı kullanmak gerçeğin taklidinin o an orada gerçekten gerçekleştirilmesi demek değildir; o ses kaydı her temsilde aynı, standart şekilde çalacaktır) ya da bir başka oyuncunun ana karakterin içsel konuşmalarını seslendirmesi (bu da tiyatronun gerçekliğine aykırıdır çünkü bizim gördüğümüz karakterin sesini duymamız gerekir, konuşanın gerçekten o olması gerekir) ile yapabilirsiniz.

Bu yazıdan sanki tiyatroyu zayıf görüyormuşum gibi bir anlam çıkmasını istemem. Tiyatroyu ve sinemayı çok seven bir sanatsever olarak bazen ikisi hakkında da bir şeyler yazmak, bunların üzerine düşünmek hoşuma gidiyor sadece. Eğer bu yazıda anlatılanlardan tiyatronun zayıf olduğu şeklinde bir anlam çıkaracaksak o zaman sinemanın hepten yok sayılması gerekir. Çünkü tiyatroda içsel konuşmayı anlatmanız mümkün değilse sinemada gerçeğin taklidini anlatmanız hiçbir şekilde mümkün değildir. Çünkü o an izlediğiniz oyuncu o anda gerçekten de karşınızda değildir, o an gördüğünüz arka plan gerçekten de karşınızda somut olarak var değildir, o an duyduğunuz sesler tam da siz o eseri izlerken, size özel olarak ortaya çıkarılıyor değildir. Bir açıdan, sinema ölüdür.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz