Filmlere Konu Olabilecek Bir Olay: Böylesi Ancak Filmlerde Olur

Bu yazıyı kaleme almak bu akşam izlediğim Hoosiers (1986) filminden sonra gerçekleştirmeye iyice karar verdiğim bir eylem oldu. Bahsedeceğim konu üzerine zaten zaman zaman düşünmekteydim ve geçmişte de Reddedilemeyecek Filmler adlı yazımda da burada bahsedeceklerime benzer bazı şeylerden bahsetmiştim.

Tartışmak ve üzerine düşündüklerimi anlatmaya çalışmak istediğim konu; bir filmin kendisine konu olarak büyük, olağanüstü, olağan dışı, az rastlanır, sıra dışı bir durumu, bir olayı seçmesi. Hatta bu durum o kadar fazla kez tekrar edilmiş ki olağanüstü ve şaşırtıcı bir olay yaşandığında buna hemen ''böylesi ancak filmlerde olur'' payesini yakıştırıveriyoruz. Ya da diyoruz ki ''bu, filmlere konu olabilecek bir olay''. Sahiden de öyle mi? Bir film, kendisine olağanüstü ve şaşırtıcı bir olayı, bir durumu konu alan mıdır? Filmler böyle olmak mı zorundadır ya da neden birçok film böyle oluyor?

Yazının başında bahsettiğim noktaya dönecek olursam, Hoosiers (1986) adlı güzel filmde bir kasaba takımı eyalet şampiyonluğuna ulaşıyor ve bu başarının nasıl geldiği, kasabaya yeni gelen koçun bunu nasıl başardığı ve insan ilişkilerini nasıl yönettiği güzel bir şekilde anlatılıyor. Peki bir film yaratmak için illaki böyle bir durumun mu olması gerekir? Nadir görülen bir olay mı yaşanmalıdır? Örneğin kasabaya gelen koç insan ilişkilerini yine başarılı bir şekilde yönetse ama takımı eyalet şampiyonu olmasa da kendi bölgesinde orta sıralarda yer alsa... Bu durum da film yapmak için bir konu olamaz mı? Hoosiers (1986) örneğinden gidecek olursak filmde aslında asıl önemli olan o başarının elde edilmiş olması değil, o koçun oraya gelip neleri değiştirdiğidir. Ama bu değişimleri anlatmak için filmler genellikle kendilerine büyük bir olayı konu alıyor ve bunu ön plana çıkarıyor. Bu durumda eser sonuç odaklı bir yapı kazanıyor ve o sonuçtan aslında daha önemli olan, o sonuca nasıl gidildiği noktası ister istemez göz ardı ediliyor.

Filmler bize asla ulaşamayacağımız, asla sahip olamayacağımız, asla deneyimleyemeyeceğimiz, asla başımıza gelmeyecek şeyleri mi göstermelidir? Filmlerde gördüklerimiz bizden uzakta olan, kendi hayatımızda yaşamamızın mümkün olmadığı şeyler mi olmalıdır? Birçok filmin böyle konuları kendilerine seçmelerinin altında yatan birçok neden sayabiliriz. Örneğin bunun ilgi çekici olduğu ve ilgi çekici bir şeyi insanların izlemeye daha fazla meyilli olduğu söylenebilir. Peki ama amaç insanların filmi izlemesi midir yoksa o filmi izleyecek insanlara bir şeyler anlatabilmek, onlara bir şeyler düşündürebilmek midir? Birçok film ilk kısmı seçtiği için bu durum izleyicilerin yukarıdaki cümledeki ikinci kısma ulaşmalarını zorlaştırıyor.

''Bu hikâyenin filmi yapılmalı.'' Bir hikâye salt içerisinde çok sayıda şaşırtıcı, sıra dışı şey var diye iyi bir hikâye mi olur? Neden hikâyelere, ''olağanüstü, genelde pek denk gelmediğimiz şeyleri anlatan çalışmalardır'' gözüyle bakalım? Birçok filmin kendilerine uçlardaki noktaları konu olarak seçmeleri, filmlerin gerçeklerden uzak şeyleri anlatan eserler oldukları yönünde bir algıya da yol açıyor. İyi olmayan, düşündürmeyen bir film anlattığı o olağanüstü olaya tutunarak kendisini var etmeye çalışabilir. O olağanüstü olayı filmden çıkardığımızda ya da o olayı daha normal bir olay haline getirdiğimizde o filmden geriye ne kalıyor? İşte aslında filmin değerini ortaya koyan odur. Filmlere konu olabilecek olaylar olarak adlandırılan olayları kendilerine konu olarak seçen filmler aslında bu olayların gölgesi altında kalmayı ve olayın kendisinden güç alarak asalak bir şekilde var olmayı seçiyorlar genellikle.

''Film gibi anlar yaşandı.'' Filmler gerçekçi olmaktan öyle uzak bir konumda yer etmişler ki insanların zihninde, olağan dışı bir olay yaşandığında hemen ''film gibi''ydi adeta diyoruz. Halbuki bir şeyin film olması için çok mutlu bir sona, çok trajik bir olaya, az rastlanır bir duruma ihtiyaç duymaması gerekiyor. Filmler tabii ki bu konuları göz önünde bulundurarak da çekilebilir ama genellikle buna meyledilmeye çalışılması (bunun altında kolaycılığın ve hazır alıcıya sahip olma konforunun yattığını düşünüyorum); insanlara bir şeyler katan ve onlara bir şeyler düşündüren bir eser yaratmak yaklaşımından ziyade insanların sadece bir şeyler izlemesine neden olan bir şeyler ortaya koymak haline dönüşüyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz