Sinema Edebiyata Neden Bu Kadar Bağımlı?

Daha önce de Bir Kitaptan Uyarlanan Filmler ve Yaratılan Filmler adlı yazımla bir yanından ele aldığım bir konu olan sinemanın edebiyata bağımlılığı beni zaman zaman düşündüren hatta bazen derecesinin yüksekliği dolayısıyla rahatsız eden bir nokta. Bu bağımlılığın daha somut bir örneğinin oluşması adına adı Altın Palmiye olduktan sonra (1975) bu ödülü almış filmleri (2019'a kadar) inceledim ve ödül alan filmlerin yaklaşık üçte birinin bir edebiyat eserinden uyarlandığını gördüm. Daha sonra IMDb'nin meşhur En İyi 250 Film listesindeki ilk 50 filme göz attım ve bunların da yarısı kadarının edebiyat uyarlaması olduğunu gördüm. Benzer şekilde Criterion Koleksiyonu'nda yer alan ilk 50 filme baktığımda bu filmlerin yaklaşık yarısının bir edebiyat eserinden uyarlandığını gördüm (bahsi geçen listelerin tamamını incelemekle zaman harcamak istemediğim için onların bir kısmını inceleyerek bu verileri paylaştım). 

Jeneriklerinde belirtilmemiş ya da öne çıkmamış olan ama bir edebiyat eserinden oldukça etkilenmiş olan filmleri de tüm bu genel durumun içerisine eklersek var olan filmlerin hiç de azımsanmayacak önemli bir kısmının bir edebiyat eserinden (roman, öykü, oyun, biyografi, otobiyografi, anı gibi ) uyarlandığını görürüz. Bu durumu bazen bir tür gölge olma hali, yaratıcılık yoksunluğu ve hazıra konmacılık olarak görüyorum. Çünkü bir başka sanatçının bir başka alanda ve o alana özel olarak yarattığı bir eseri kopya etmek, onu filmleştirmek durumu söz konusu.

Zaman zaman özgünlük problemi yaşayan bir alan olan sinema, ticarileşmenin de etkisiyle bir endüstriye dönüşüp yeni filmler ortaya koymak için bir edebiyat eserini uyarlama kolaycılığına kaçabilen üyeleri içerebiliyor. Ancak sinemanın edebiyata bağımlılığı durumu bundan ibaret değil. Sinema sanatının otör yönetmenleri de bu sanatta önemli bir yer edinememiş olan yönetmenler de birçok kez filmlerini bir edebiyat eserinden uyarlamışlar. Sinema sanatının en güzel eserlerinin önemli bir bölümü de edebiyat uyarlaması.

Bir edebiyatsever ve bir sinemasever olarak izleyeceğim bir filmin bir kitaptan uyarlanmış olması durumu hoşuma gitmiyor. Bazen, eğer filmin uyarlandığı kitabı okumadıysam o filmi o kitabı okuyana kadar izlememeliyim diye bir karar almayı düşünüyorum. Çünkü önce aslolan esere bakmalı, onla birlikte olmalıyım; sonra dilersem onun bir gölgesini, bir kopyasını, farklı bir biçimini o asıl eseri baz alarak ortaya koyan sinemacının filmini izlemeliyim diyorum kendi kendime. Bu durumun aynısını bir sinema filmini kopya edip yeniden çevirmiş olan bir yönetmenin filmini izlerken de düşünüyorum. Hele ki izleyeceğim eserin, daha önceden yapılmış bir asıl eserin yeniden çevrimi olduğunu sonradan öğrenirsem bundan çok rahatsız oluyorum. Çünkü aslolan asıl eserdir; asıl eseri baz alıp bir kopya yaratmış olan kişi aslolan kişinin önünde yer almamalı ve o kişiye öncelik verilmemeli diye düşünüyorum.

Sinemacıların anlatacakları hikâyelerin daha özgün ve onların akıllarından çıkmış hikâyeler olmasını istiyorum. Bir başkasının bir başka sanat dalında yarattığı ve orijinal bir eser ortaya koyduğu hikâyesini alıp bunun filmini yapmanın ucuz, kolay ve daha az değerli olduğunu düşünüyorum. Örneğin bir roman adeta geniş bir senaryo gibi ve bir oyun adeta filme çekilmeye hazır bir senaryo gibi. Ancak burada sorun bu eserlerin bir sinema eseri olarak değil bir edebiyat eseri ya da bir sahne eseri olacak bir edebiyat eseri olarak yazılmış olmaları.

Sinemanın edebiyata bağımlılığını bir sorun olarak görürken aynı zamanda birçok edebiyat uyarlaması filmi çok değerli bulmaya ve o filmleri sevmeye devam ediyorum. Sinema bir sanatsa daha özgün ve kendi eserlerini kendisi yaratabilir konumda olmalıdır. Edebiyat uyarlaması film yapmaya bu kadar meyilli sanatçıların ve üreticilerin olduğu bir ortamda sinema özgünleşmek ve kendi yaratıcılığını ortaya koymak konusunda daha az nefes alabilir konumda kalacaktır. Sinemanın edebiyata bağımlılığının bir diğer nedeni de sinemacıların edebiyatçılar kadar iyi ve önemli eserler yazmak konusunda maharetli olmamaları olabilir. Bir sinemacının kaleme aldığı senaryodan yola çıkılıp çekilmiş bir filmin bir kitaba dönüşmesi ve o kitabın edebi değer açısından önemli bir başarı elde etmesi hatta filmini geçmesi durumu çok nadir olarak rastlanmış bir durum.

Şimdi bir de duruma yukarıdaki paragrafın sonunda yapmaya başladığımız gibi tersten bakalım. Edebiyat sinemaya bağımlı mı? Kaç edebiyat eseri vardır ki bir edebiyat eserinden uyarlanmamış bir filmden yola çıkılarak bir edebiyat eserine dönüştürülmüştür, o şekilde yazılmıştır? Bir filmi çok beğendiği için kaç edebiyatçı o filmi bir roman olarak yazmaya karar vermiştir? Bir edebiyatçı böyle bir şeye ne kadar istek duyar?

Eğer bir kıyaslama yapacak olursak edebiyat sanatının sinema sanatından çok daha üstün ve değerli olduğunu düşündüğümü söylerim; bu düşünceye herhalde edebiyat uyarlaması çok sayıda film yapmış olan sinemacılar da hiç edebiyat uyarlaması film yapmamış olan sinemacılar da ve okur ve izleyici olan kişiler de katılacaktır. Edebiyat olmasaydı belki de sinema eserleri bu kadar değerli şekilde var olamayacaktı çünkü sinemacılar iyi bir sinemacı olmak için bol bol okumaya muhtaçlar. Yani bir sinemacı sinemacı olma yolunda ilerlerken kendisini edebiyatla da geliştirmek zorunda. Bu bakımdan edebiyatı sinemanın ayrılmaz bir parçası olarak görebiliriz; bunda da hiçbir sorun yok. Sorun olan nokta ise sinemacıların edebiyat uyarlaması film yaparak bir eserin gölgesini, bir kopyasını ortaya koymaya bu kadar çok heves etmesi. Bence sinemacılar bu konu üzerine daha çok düşünmeli ve bu gölge olma, kopya etme halini daha çok bırakarak icra ettikleri sanat dalını daha özgün ve daha kendilerinden çıkmış eserlerle zenginleştirmeliler.

Bir edebiyat eserinin değerli olabilmesi için herhalde edebi olması gerekir. Ancak bir sinema eserinin değerli olması için edebi olması gerekmiyor. Bu sayede bir sinemacı bir edebiyat eseri kadar edebi olmadan bir sinema eseri yazabilir ve bu eseri filme çekip çok iyi bir yapıt ortaya koyabilir. Çünkü sinema; görsel yapısı, kurguya ve olaylara bağımlılığı (bunlara karşı çıkılabilir ve zıt örnekler verilebilir ama genel olarak durumun böyle olduğunu düşünüyorum) gereği bir edebiyat eserindeki gibi düşünceden düşünceye dalıp, farklı farklı şeylerden bahsedip, binlerce cümle kurup, ufacık bir detay üzerine onlarca sayfa kaleme alıp sonra tekrar ana konuya dönebileceğimiz bir alan değil.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz