Bir Filmi, Bir Eseri Yaratıcısına Göre mi Yorumlamalıyız?

Zaman zaman aklıma takılan bir konu olan eser ve eser sahibinin hayatı, kişiliği, diğer eserlerinde ortaya koydukları arasında bir ilişki kurulmalı mı konusu üzerine bir şeyler yazma isteği duydum. Bu isteğimi, bloğumda birkaç gün önce Viridiana (1961) filmini anlatırken son olarak kurduğum ''Artık Viridiana da bir burjuva olmuştur...'' cümlesi de tetikledi.

Yukarıda bahsettiğim cümleyi kurmamı ve filmi bu noktaya bağlamamı Luis Buñuel'in diğer bazı eserlerini izlemiş olmam ve bu eserler hakkında bir iki yazı okumuş olmam sağladı. Eğer Buñuel hakkında hiçbir bilgi sahibi olmasaydım ve onun herhangi bir filmini izlememiş olsaydım o cümleyi bu kadar net bir şekilde kuramayacaktım. Sanatçının, diğer eserlerinde işlediği konular, kendi tarzı ve kendi düşünceleri benim onun Viridiana filmini belli bir şekilde yorumlamamı kolaylaştırdı.

Peki bir esere her durumda böyle yaklaşmak iyi bir şey mi? Bence değil. Çünkü bir eseri izlerken, okurken, seyrederken o eserin yaratıcısının diğer ürünleri hakkında bir bilgi sahibiysek, o sanatçının kişiliğini, hayat hikayesini, düşüncelerini biliyorsak baş başa bulunduğumuz esere ister istemez belli ön yargılarla bakmak durumunda kalıyoruz. Ayrıca, bir sanatçı önceki eserlerinde yaptıklarını bir başka eserinde yeniden yapacak, bir benzerini farklı bir biçimle ortaya koyacak diye bir kural da yok.

Bir eser, bir yaratı sonucu ortaya konmuşsa, bir sanatçı onu yaratmış, var etmişse; o eser tek başına bir varlık olarak, yaratıcısından bağımsız olarak var olabilmeli. Bir esere, onu sanatçısına bağımlı bir varlık sayarak değil de tek başına bir varlık olarak bakmak o eserin insanlar üzerinde bırakacağı etkiyi, insanlara düşündüreceği şeyleri arttıracaktır diye düşünüyorum.

Eğer Buñuel hakkında hiçbir şey bilmiyor olsaydım o zaman belki de Viridiana üzerine daha da fazla düşünecek, filmi çekmediğim noktalara çekecek, hayal gücümü ve zihnimi daha fazla çalıştıracaktım. Bir tiyatro oyununa ya da bir operaya gittiğimde izleyeceğim eser hakkında daha önceden bilgi sahibi değilsem, ki bunu daha çok severim, eserin başlamasına az zaman kala o eser hakkındaki tanıtım yazılarını, o eserdeki karakterlerin adlarını okumamaya çalışırım. Hiçbir bilgi sahibi olmayarak bir eserle baş başa kalmak çok daha geniş bir bakış açısına erişmeye ve o esere karşı daha fazla heyecan duymaya yol açabiliyor.

Bir filmi, bir eseri yaratıcısına göre yorumlamak o eserde ne anlatılmaya çalışıldığının netleşmesi adına yararlı olabiliyor ama öbür yandan da o esere bakarak yapabileceğimiz beyin fırtınalarını, oluşturabileceğimiz varsayımları, yazabileceğimiz hikayeleri kısıtlıyor. Kimi zaman bir şairin, bir yönetmenin bir dizede, bir sahnede ne anlatmaya çalıştığını kendi ağızlarından duyarız. O şiiri, o filmi seven kişiler için bahsi geçen o dize, o sahne bin bir türlü anlam ifade edebiliyor. Bir kişi, hayır ben o dizeyi böyle anlıyorum derse sanatçı buna karşı bir şey diyemez. Çünkü o eser paylaşıldıktan sonra onu izleyen, gören, okuyan kişilerle bütünleşerek bambaşka anlamlar içeren bağımsız bir varlığa da dönüşüyor.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz