Tam Ölmedi, Haydi Bir Kez Daha

Bazı filmler var ki, aslında konuları bir yere kadar mantık ve gerçekçilik açısından sorunsuz ilerlerken adeta işlediklerinin cılkını çıkarıp yarattıkları değeri ve seviyeyi yerle bir etmek istercesine Tam Ölmedi, Haydi Bir Kez Daha döngüsüne bağlıyorlar. Bu yazıyı yazmak da böyle bir film olan Dead Calm (1989)'dan sonra adeta bu filme tepki göstermek, güzelim filmi niye bu döngüye bağlayarak hiç ettiniz, diyerek yakarmak için gerçekleştirdiğim bir eyleme dönüştü.

Özellikle popüler sinemada, bir diğer deyişle gişe sinemasında Tam Ölmedi, Haydi Bir Kez Daha döngüsüne maruz kalabiliyoruz. İyi bir öykü bulunuyor ya da yaratılıyor. Yeri geliyor bu öykü ilmek ilmek işleniyor. Kahramanlar, karakterler, çatışmalar yerli yerinde. Film de pek güzel ilerliyor. Ama bir yerde ipin ucunu kaçırıyor; artık yönetmen midir senarist midir, her kimse. Konu, olay örgüsü, kendi gerçekliği ve akla yatkınlığı içerisinde tadında bırakılsa film hiçbir zarar görmeyecek; aksine iyi bir konum elde edecek. Ama olmuyor işte. Yapmadan duramıyorlar. İllaki o filmde Tam Ölmedi, Haydi Bir Kez Daha döngüsünü yaşatacaklar.

Kötü karakter başlarda gerçekçi bir gerginlik yaratır. Ne abartılıdır ne hayal ürünü. Hakiki bir karakterdir. Ama öykü ilerledikçe bu gerçekçilik ve yaratılan karakter silinir gider. Çünkü ölmek bilmez! Sürekli badireler atlatır bazı filmlerde bazı karakterler. Bunlar genellikle kötü karakterler olurlar ama bazen iyi karakterler de badireler atlatıp dururlar. Yeri geliyor, insanın ''çekirge, dur artık'' diyesi geliyor.

Bazı filmler kendilerini ne yazık ki çok güzel düşürüveriyorlar. Aslında bunu yapmak, yapmamaktan daha zor. Çünkü ortada elle tutulur bir öykü varken buna olmadık şeyler, akılla, mantıkla alakası olmayan şeyler eklenip durur. Lastik gibi uzatılır. Aynı şeyler tekrar tekrar yaşatılır karakterlere. Bir yerden sonra ne bunu takip etmek heyecan verici ve bilinmez olur ne de o karakterlerin inandırıcılığı ortada kalır.

Karakter okyanusun ortasında yaralı hâlde suya düşer boğulmaz. Zıpkınlanır ölmez. İlaçlı içki içirilir ama turp gibidir. Elleri kan içindedir ama hâlâ beceriklidir. Güneşin altında saatlerce sürüklenir koca okyanusta; aç, susuz. Ama sonra hortlayıverir bir yerlerden ve daha önceden yaparken gerilim yaratan ama artık illallah ettiren kötülüklerine devam eder. Film aynı şeylerin sil baştan tekrar etmesiyle kendisini yok eder. Nasıl oluyorsa birileri bundan zevk alıyor olmalı ki (artık senarist midir, yönetmen midir, yapımcı mıdır, seyirci mi talep eder bilmem) bu tip filmlere zaman zaman denk gelinebiliyor sinemada.

Kim oturup da ''kötü adam bu sefer ölecek'' mi diye bir film izler? Öyküsünün tüm gücünü kötü adamın ölmemesinden alan ve kötü adamın sürekli etkisiz hâle getirilip yeniden etkili hâle gelip durmasıyla devam eden bir öykü son derece zayıf bir öyküdür. Öyle ki, filmi izlerken ''bence adam ölmeyecek / bence adam ölmedi çünkü eğer ölürse film biter'' çıkarımını herhâlde herkes yapabilir. İzlerken izleyicinin bunu kolayca anlaması da filmin varlığını yok eden, onu belirli bir kalıp hâline getirip çerezleştiren bir şey.

Bir filmi ayakta tutan olay örgüsünü adeta bir yaratıcılık yoksunluğu ile ya da adeta bir filmin süresini belirlenen süreye tamamlama gayesiyle yerlere düşürüp tüm inandırıcılığını, yarattığı atmosferi yok eden, gerçekçi ve etkileyiciyken artık ancak dalga geçilecek konuma düşen filmler var ne yazık ki. Denk gelmemek dileğiyle.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

Talihli Amele (1980)

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz