Filmlerde Şiddetin Sıradanlaşması Üzerine

Bu yazıya onu ne zaman yazdığımı söyleyerek başlayacağım. Öğlen saatlerinde yazıyorum bu cümleleri. Bunu belirtmemdeki amaç, hem kendime not düşmek hem de hatırladığım kadarıyla bir ilk olması. Sinemayla ilgili bir şeyler yazarken hava kararmış hatta gecenin ilerlemiş saatleri oluyor genellikle. Bu nokta ilk defa bu yazıda dikkatimi çekti. Herhâlde bunun nedeni izlediğim filmleri çok büyük oranda, güneş battıktan sonra izlemem ve aklıma düşenleri onları izledikten sonra dile getirmem.

Gereksiz olarak da adlandırılabilecek ilk paragraftan sonra asıl bahsetmek istediğim noktaya geleyim: Filmlerde Şiddetin Sıradanlaşması. Bir tivit atıp sonra üslubunu beğenmediğim için silmiştim bu yazıyı yazmadan birkaç gün önce. Onda filmlerde bir klişe olarak iki adamın kavga etmesi ve bu kavgadan sonra onların bir anda dost oluvermesini salakça olarak nitelemiştim. Daha sonra salakça değil de keşke saçma olarak adlandırsaydım, diye düşünmüştüm, bir üslup sorunu olarak. Bu yazıda ise zaman zaman aklıma takılan bir nokta olan şiddet ve bunun filmlerde sıradanlaşması üzerine bir şeyler söylemeye çalışacağım.

Filmlerde o kadar çok şiddet sahnesi var ki (bunları fiziksel temasla şiddet ya da silahla şiddet olarak açabiliriz) bunlara karşı neredeyse vurdumduymaz hâldeyiz. Çünkü bunu o kadar çok görmüşüz ve görüyoruz ki bu artık bir filmin sıradan bir parçası hâline dönüşmüş durumda. Bunda büyük bir sorun görüyorum. Şiddet, bir insanın yaşamında maruz kalabileceği en kötü şeylerden biri olmasına rağmen filmlerde alışılagelmiş bir anlatımın bir parçası olarak bunları görmeyi reddediyorum.

İki kişi kavga eder, yumruk ve tekme efektleri duyarız, bir o vurur bir öbürü, biri düşer kalkar sonra da diğeri düşer kalkar, biri ustaca bir hamleyle eğilir ve bir yumruğu savuşturur, biri son bir darbe alır ve artık bir mağlup olanın ortaya çıkması, sahnenin bir şekilde son bulması gerektiği için bir yenilmiş vardır karşımızda. Makyajlar, kan izleri, yırtılan giysiler, toz ve kir içindeki karakterler. Bütün bunlar ne kadar da bilindik ve neredeyse her filmde nasıl da aynı şekilde tekrar ediliyor...

Peki ama bu işte bir terslik yok mu? İzlediğimiz filmlerin kaçı bir şiddet olayını gerçekçi bir şekilde, biz eğer o olayı yaşayan olsaydık başımıza gelecekleri ve hislerimizi yansıtacak şekilde anlattı? Çok düşük bir oran bu kapsama giren filmleri içerir sadece. Gerçek hayatta kavga eden insanları ya da darp edilen bir insanı görsek buna tepkimiz, bunun bizde yaratacağı etki filmlerdeki gibi mi olur? Belki elimiz ayağımız birbirine dolaşır, ne yapacağımızı bilemez, öylece kalırız, bir şok geçirir, yardım çağırırız. Peki bir de o olaya maruz kalan biz olsak ne olur? Düşünmek bile ne kadar zor... Filmlerde yaşanan şiddet olaylarının insanlarda adeta tepkisiz şekilde karşılanması filmlerin bu konuda ne kadar kötü bir sınav verdiğinin en iyi göstergesi olabilir. Hatta öyle izleyiciler vardır ki bu şiddet sahnelerini özellikle severler. Aksiyonu bol olsun isterler filmin. Silahlar patlasın, birileri birilerini pataklasın isterler. Ölümcül bir yumruk, öldüresiye bir dayak görmek isterler. Bu onlara zevk ve heyecan verir. Ve tüm bunlar öylesine sıradan hatta normal olarak görülür ki belki de en tehlikelisi budur.

Çoğu zaman şiddet sahneleri bir çözüm için kullanılır. Birisi istediğini elde etmek için bir kişiyi darp eder. İstediğinin haklı ya da haksız bir şey olması önemli değildir. Ayrıca, hangi türde bir film olursa olsun filmlerin çoğunda bir şiddet sahnesi görmek mümkündür. Şiddet ilkel bir çözüm yolu olduğuna göre, hatta çözüm olmadığına göre, filmler anlatmak istediklerini bu yola başvurup anlatarak kendilerini basitleştirmiyorlar mı? Bir sorunu bir kavga sahnesi ile anlatmak aslında son derece basit bir şey değil midir? Sorunun temellerine inmek, onu derinleştirmek, arka planı ile beraber onu sunmak, buna neden olanları irdelemek bir hikâye anlatırken izleyiciye daha çok şey katmaz mı?

Birçok filmde bir şiddet sahnesinden sonra hızla iyileşme gerçekleşir. Karakter patlayan dudağını bantlar, şişen yerlerine buzla masaj yapar, bandajlanır, bir iki sızlar, sevgilisi yarasına dokununca romantik bir temas çıkar ortaya, hatta öpüşürler ve öpüşürken yine sızlar yaralı ama birkaç dakika sonra artık sapasağlamdır o. Çoğu film şiddet sahnesi sonrasında karakterin iyileşme sürecine, yaşadığı psikolojik zorluklara, o şiddetin yol açtığı fiziksel sorunlara odaklanmaz. Şiddet bir çözüm olarak kullanılır ve onun ardından hikâyede başka bir aşamaya geçilir, şiddete maruz kalan da bir süre sonra iyileşiverir.

Filmler hayata benzemiyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz