Kurgusal Sinema Eserlerindeki Yakın Çekimlerin Gerçekçiliğe Aykırılığı Üzerine

Kurgusal sinema eserlerinde sıkça başvurulabilen çekim yöntemlerinden biri olan yakın çekim tekniğinin gerçekçiliğe aykırı olduğunu düşünüyorum. Neden kurgusal olan diye özellikle belirttiğimi açıklamam gerekirse; kurgusal olmayan dediğimizde zaten geriye belgesel türü kalıyor ya da (içeriğinde yer alan konu ya da olay dolayısıyla) tamamen gerçek çekimleri de içeren filmler. Gerçek olduğunu bildiğimiz eserlerde yakın çekim yapılması gerçekçiliğe aykırı olamaz çünkü eser zaten gerçektir. Ama kurgusal bir eserde yakın çekim yapılması beni zaman zaman düşündürüyor.

Yakın çekim tekniğinin bazen son derece estetik ve etkileyici görüntüler elde etmeye yaradığı aşikâr. Örneğin bir kovalamaca sahnesinde koşarak kaçan birini eğer onu yakın çekim tekniğiyle takip eden bir kamera üzerinden izlersek karakterin fiziksel hareketine daha yakından konuk olabilir, onun duygularını daha net görebiliriz. Ancak bu durumda zaman zaman şöyle bir düşünce ortaya çıkabiliyor; o da, eğer izlediğimizin kurgusal olduğunu düşünürsek beliriveriyor. Şöyle ki izlediğimiz görüntü aslında öyle olması için hazırlanmış bir görüntü. Biz filmlerde genellikle olayları dışarıdan izleyen bir göz olarak bulunuyoruz; birer izleyici olarak. Dolayısıyla örneğin bir can pazarının gözümüzün önünde cereyan ettiği ve kendisinden uzak durduğumuz bir olayda, yani eylemci değil de sadece izleyici olduğumuz bir olayda biz asla o can pazarını yaşayan kişilere yakınlaşıp da onların göz rengini, yüzlerindeki en ufak detayları, koşularında ya da hareketlerinde onları çok yakından ve farklı, doğal olmayan açılardan görmeyi başaramayız. Kurgusal bir filmde ise biz izleyicilere genellikle bunlar sunulur. Film bizi olaya bir tanık olarak bulundurur ama bu tanıklığı gerçekteki bir tanıklığa oranla çok daha farklı şekilde gerçekleştirebilir.

Kurgusal sinema eserindeki yakın çekimler daha etkileyici oyunculuk performansları yaratmak için de kullanılabiliyor. Eğer elinizde iyi oyuncular varsa belki bu tekniğe daha fazla başvurmak dahi isteyebilirsiniz. Bütün ekranı kaplayan kocaman bir yüzle izleyicileri karşı karşıya bırakmak, aslında artık yönetmenin sahneden çekildiği ve kendisini oyuncusunun gücüne bıraktığı bir an olabilir. Öte yandan bir yüzün güzelliği ya da çirkinliği, bir bedenin çekiciliği ya da iticiliği de yakın çekim tekniğiyle daha belirgin şekilde gösterilebilir. Bu noktada biraz da tiyatroya kaymak istiyorum. Bir tiyatro oyununda oyuncuları asla yakın çekimle görmeyiz. Bu çok daha gerçekçidir. Biz önümüzde cereyan eden olaylara tanığızdır ve bu durum değişmez. Ama bir filmde bazen izleyici olmaktan çıkıp karşısındaki karaktere bakan diğer karakterin bakış açısı oluveririz. Ya da bir filmde bazen daha birkaç saniye önce uzak plandan gördüğümüz bir hareketi biraz sonra o hareketi gerçekleştirenin milimetrik derecede yakınından takip edebiliriz. Sinema bize bakış açısı seçme seçeneğini asla sunmaz. Yönetmen neyi, ne açıdan göstermek istiyorsa o şekilde gösterir. Buna karşı gelme şansımız yoktur. Bu bakımdan da bir izleyici tiyatroda bir sinema eserindeki izleyiciye oranla daha özgürdür.

Bu yazıyı yazmak Timbuktu (2014) filminin son sahnesinde aklımda iyice yer etti. Bu sahnede bir çocuk annesini arayarak koşuyor. Son derece dramatik bir sahne. Az önce koşuşunu uzaktan gördüğümüz bu çocuk kameranın olduğu alana doğru koşuyor ve sonra kamera ona yakınlaşıyor ve üstüne üstlük bu çekime yerinde kalarak başlamış olan kamera koşmakta olan çocuk yanından geçince onu takip ediyor yakın çekime devam ederek. İşte tam burada yukarıdaki paragraflarda da bahsettiğim noktaları düşünmeden edemedim. Dramatik ve etkileyici sahneler zaten dramatik ve etkileyicidir. Bunları daha da dramatik ve etkileyici hâle getirmek için yakın çekim yapmak, o yakın çekimin aslında ne kadar kurgusal, planlanmış ve biz ondan etkilenelim diye yapılmış olduğunu, filmin genelinde başvurulmayan yakın çekimlerin bir anda ortaya çıkıverdiği yerlerin ne kadar da hazırlanmış, gerçeklik dışı olduğunu hatırlatıyor bana.

Bazen de kendimi filmde gördüğüm o çekimin yapıldığı ana götürürüm. Yakın çekim esnasında kamera ile oyuncunun birbirine ne kadar yakın olduğu, bunun ne kadar rahatsız edici bir his olabileceği düşüncesi aklımdan geçer. Hatta bazen kendimi oyuncunun yerine koyarım ve o kadar yakınımda bulunan bir kameraya karşı oynayabilir miydim, bundan rahatsız olmaz mıydım, diye düşünürüm.

Bütün söylediklerimden kurgusal filmlerin yakın çekim tekniği olmadan çekilmesinin daha iyi olacağını düşündüğüm anlamının çıkarılmasını istemem. Çünkü eğer karşınızdakinin gerçekçi olmadığını düşünmek isterseniz kurgusal her film hakkında zaten bunu kolayca söyleyebilirsiniz. Bazı durumlar beni o eserin gerçek olmadığını düşünmeye, o esere o açıdan bakıp durmaya itebiliyor. Yakın çekim tekniği de bana bunu yaşatıyor zaman zaman.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz