Oyuncu mu Karaktere Benzemeli, Karakter mi Oyuncuya Benzemeli?

Bir anda hakkında yazmaya karar verdiğim bir konu oldu Oyuncu mu Karaktere Benzemeli, Karakter mi Oyuncuya Benzemeli? Yazmaya karar verdikten sonra aslında bu konuyu önceden de düşündüğümü ve bu kararın bir geçmişi olduğunu fark ettim. Temelde insanların bir ön yargısına dair bir konu bence Oyuncu mu Karaktere Benzemeli, Karakter mi Oyuncuya Benzemeli? sorusu. Bu ön yargı aslında bazılarımızın dezavantajı, bazılarımızınsa avantajı oluyor. Filmler ve ek olarak tiyatro oyunları da genellikle bu ön yargıyı kullanıyor. O ön yargı ise; bir karakterin özelliklerini düşündüğümüzde o karakteri aklımızda canlandırınca gözlerimizin önüne gelen insan tipini o eserde kullanmak.

Bazen ''ama bu haksızlık'' demek istiyorum hayatta bazı şeylere. Örneğin kimi zaman sırf sizden daha güzel ya da daha yakışıklı olduğu için siz değil de o kişi tercih edilir seçici tarafından. Ya da bazen bir anlaşmazlık durumunda polis çağrıldığında polis her iki kişiye de bakar ve kendi ön yargılarına dayanarak haklıyı ve haksızı kendi kafasında yaratır; ta ki asıl gerçek anlaşılıncaya kadar. Filmler ve aynı zamanda tiyatro oyunları da bunu kullanıyor benim görebildiğim kadarıyla. Yüz seçimi önemli bir noktadır örneğin. Bir yönetmenin eline oyuncuların görsellerinin olduğu bir albüm verilir ve eserdeki karakterle uyuşacak bir yüz arar orada. Peki eserdeki hikâyeyi yaşayan karakter her zaman belirli bir yüz tipine, belirli fiziksel özelliklere mi sahiptir? Bir aşk hikâyesi varsayalım. Bu aşk hikâyesi için genellikle çok yakışıklı bir erkek ve çok güzel bir kadın seçilir. Sadece çok yakışıklılar ve çok güzeller mi aşk hikâyesi yaşar? Hayır tabii ki. Sadece, bir aşk hikâyesi dendiğinde akılda canlanan imgeyi filme yerleştirmek çabası söz konusudur. Ya da bir katili anlatan bir film düşünelim. Genellikle sert hatlara sahip birisi seçilir bu rol için. Peki aslında belirli bir katil profili var mıdır? Katil olan kişiler belirli fiziksel özelliklere sahip insanlar mıdır, tanımadığımız insanlar hakkında ''bu katil olabilir; bu ise olamaz'' diyebilir miyiz, dersek bu doğru olur mu?

Bazen biz izleyiciler de, örneğin ben, ön yargı hatasına düşebiliriz. Ya da buna ön yargı haksızlığı diyelim. Mesela bir doktoru anlatan bir film söz konusu olsun. Bazen izleyiciler olarak bizler diyebiliriz ki ''o adamda hiç doktor tipi yok, o yüzden inandırıcı gelmedi''. Peki aslında doktor tipi diye bir şey var mı? Tabii ki yok. Her tipten insan doktor olabilir. Örnekteki kişinin bize inandırıcı gelmemesi o kişinin yüzünden ziyade giyimi kuşamı, konuşması gibi şeylerle de alakalıdır. O kişi gözümüzdeki doktor imajına uyan davranışlar sergilememişse eserde, onun o role pek uymadığını düşünürüz. Sürekli bir kalıp içinden bakmak insanlara, mesleklere, rollere... Aslında bu bizi daraltan ve bizim ''buyrun gelin bizi kandırın, bize inanabileceğimiz bir dünya yaratın ve bizi etkileyin'' dediğimiz bir koz verme hali eser yaratıcısına, hipnotize ediciye; ve ne yazık ki bu durum sinema, tiyatro ile sınırlı değil. İşin vahim tarafı bu oyuncu ve karakter ilişkisine dair kalıplar reklamcılık ve pazarlama dünyasında da karşımıza çıkıyor; hem de çok daha net, keskin, vurgulanır şekilde çıkıyor. Örneğin bir giyim markası giysilerini hep insan bedeninin güzelliğinin, estetikliğinin üst düzeyde vurgulandığı mankenlere giydirir reklamlarında. Halbuki o giysileri gerçekte giyecek olan tüketicilerin çok büyük bölümü o mankenlerin fiziksel özelliklerine sahip değildir; hatta işin komik tarafı, o giysilerin çoğu zaten o mankenlerin ölçülerinde üretilmez; çünkü satın alacakların çoğu o ölçülerde değildir.

Tekrar sanat dünyasına dönelim. Evet, tekrar soralım: Oyuncu mu Karaktere Benzemeli, Karakter mi Oyuncuya Benzemeli? İyi eser oyuncusunu o karakterle özdeşleştirmeli; o tip bir karakterin insanlarda uyandırdığı tahmin edilen imgenin peşinden giderek kalıpların içinde kalmaya çalışmamalı. İyi izleyici; bu yüz, bu beden bu karaktere uyuyor mu diye aklındaki bir imgeyle izlediği eseri tek potada eritmeye çalışmamalı. Her hikâyeyi her insan yaşayabilir. Dolayısıyla ''bu hikâyeyi bu tip fiziksel özelliklere sahip biri oynayabilir'' diyerek bakılmamalı. Ne eser yaratıcısı böyle bakmalı ne de kendisine sunulan kalıplara ister istemez alışmış izleyici. Ayrıca olası yanlış anlaşılmaları önlemek için şunları eklemek isterim: Metinde uzun boylu, sarışın ve genç olan birini kısa boylu, esmer ve yaşlı biri canlandırsın demiyorum. Belirli fiziksel özellikler atfedilmiş karakterleri tabii ki esere sadık kalarak o belirtilen özelliklere benzer özelliklerdeki kişiler canlandırmalı. Benim karşı çıktığım nokta, yukarıdaki örneklerde de dile getirdiğim üzere, çeşitli kalıpların içinde boğulup kalmamız. Eğer birisi tarafından olumsuz bakılmamak istiyorsak ilk anda, ilk görüşte, bunun hayatta geçerli bir duruma dönüşmesini istiyorsak; bu kalıpların kullanılmaya devam etmesini engellememiz, bir meslek ile, bir konu ile, bir durum ile belirli bir kalıbı özdeşleştirmememiz; bunların saçma ön yargılar ve insanı tek tipleştiren ucuz yaklaşımlar olduğunu, bunların gerçeği yansıtmadığını, gerçeğin sadece bir kısmını yansıttığını belirtmemiz, bilmemiz, unutmamamız gerekir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz