Bu Film, Bu Oyun, Bu Kitap Çok Sıkıcı: Acaba Kim Sıkıcı?

Bir sinemasever, tiyatrosever, edebiyatsever, kısaca sanatsever olarak kişilerin sık sık bu geri bildirimde bulunduklarını görüyorum ve bundan rahatsız oluyorum: Bu film, bu oyun, bu kitap çok sıkıcı. Acaba kim sıkıcı, diye sormak istiyorum bu insanlara; karşı tarafa saldırıda bulunarak konuşmayı hiç sevmiyor olsam da. Bu sorunun altında birçok nedenin yattığını düşünüyorum. Aklıma gelen birkaçından bahsetmek istiyorum.

Bir eseri çok sıkıcı bulan bir insan o eserin kendi zevklerine hitap etmediğini düşündüğü için bunu söylemiş olabilir. Örneğin o eser onun sevdiği tarzda anlatılsaydı, ona sunulsaydı belki onu hiç de sıkıcı bulmayacaktı. Bu durumda da ortaya sadece kendi zevkine uygun eserlere açık, diğerlerine hemen ''sıkıcı'' yaftasını yapıştırıp burun kıvıran birisi çıkıyor karşımıza. Bu durum böyle devam ettiği sürece kişi kendisini dar bir alana hapseder ve orada sıkışıp kalır, ufkunu yok eder.

İnsanların bir esere ''ama bu çok sıkıcı'' demesinin altında yatabilecek nedenlerden birinin de sosyal medya ve internet çağı olduğunu düşünüyorum. Çünkü çok sıkıcı bulunan eserlerin çok sıkıcı bulunma nedenlerinden biri genellikle o eserin yavaş tempoda ilerlemesi oluyor. Hıza alışan ve her şeyin hızlı bir şekilde gerçekleşmesini isteyen bir insan, hele ki yavaş tempodaki eserlerle pek haşır neşir olmamış bir insan, böyle bir eserle karşılaştığında bunu sıkıcı olarak nitelendirebilir. Bu durumda ya o esere ''sabretmek'' gerekir onun açısından ya da o eseri ''terk etmek''. Çoğunlukla hangisinin yapıldığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Bütün olayların çözülmesini, bütün karakterlerin hızla hareket etmesini, bütün adımların bir an önce geçilmesini ve sona ulaşılmasını beklemek bu eserleri sıkıcı olarak adlandıran kişilerin umdukları olabilir. Ama bu durumda kaçırılan çok önemli bir nokta olacaktır ki o da eserin kendisidir. Bir eser bir öykü anlatırken bunu sadece o öykünün nasıl sonuçlanacağını öğrenelim diye değil, o öykünün içindeki diğer ögelerle beraber anlatır. Örneğin eserin olay akışını öğrenmiş olmak bize ne kadar şey katabilir? Eserin basit özetini yazarken bir işe yarayabilir belki. Peki eserin özü nedir, nerededir? Onu sıkıcı olarak gören biri bunu yakalayabilir, görebilir mi? Geçilen olaylar ve yaklaşılan son esnasında olaylar dışındaki ögelere, onların taşıdıkları anlamlara, düşündüreceklerine, asıl öykünün altında yatan diğer öyküye ne kadar dikkat edebilir, özen gösterebilir onu ''sıkıcı'' bulan bir kişi? Bu nedenle örneğin bir filmde bir adamın yürüyüşü bize yarım dakika boyunca gösteriliyorsa buna sadece ''adam bir yerden bir yere gidiyor'' diye değil, ''adam şu coğrafyada yürüyor, az önce şunları yaşadı ve birazdan şunlar olabilir, acaba ben olsam ne yapardım'' gibi şeyleri düşünmemiz için bize fırsat tanınmış diye bakabiliriz; halbuki bunu sıkıcı bulan ya da seyircilerin öyle düşüneceğini düşünen bir yönetmen adamın yürüyüşünü sadece ''adam bir yerden bir yere gidiyor'' anlamının verilmesi için beş saniye gösterip diğer sahneye de geçebilir.

Bir filmi, bir oyunu, bir kitabı sıkıcı olarak adlandırmak bir yandan da o kişinin dil darlığını, ifade etme yetersizliğini gösteriyor diye düşünüyorum. Çünkü bir eseri beğenmemek, bir eserden hoşlanmamak, ondaki bazı şeyleri gereksiz ya da yersiz bulmak herkesin hakkıdır. Ama tüm bunları ''bu şey çok sıkıcı'' diye adlandırmak ne bir ifade etme başarısıdır ne de kimseye fayda sağlayan bir geri bildirimdir. Eleştiri kültürünün gelişmesi için tabii ki belli bir birikime sahip olmak ve eserler üzerine okumak, düşünmek gerekir. Ama böyle bir birikime sahip olunmasa bile ''çok sıkıcı'' demek yerine daha farklı, daha zengin, daha elle tutulur, içinde bir mantığı olan bir cümle kurmak, cümleler kurmak çok daha iyi değil midir? Kusura bakmayın ama bunları yapmak yerine ''çok sıkıcıydı'' demek, işte sıkıcı olan budur. Bakın ben bir esere çok sıkıcı demenin sıkıcı olduğunu söyledim az önce. Ama bunun öncesinde aklıma gelen birçok şeyi anlatmaya çalıştım. Eğer sadece sıkıcı deyip geçeceksek, onlar için hiçbir emek harcamayacaksak, sıkıcı bulduğumuz için onlara küseceksek eserlerin bize sağlayabileceği, bize katabileceği faydaları, zenginlikleri nasıl alabiliriz? Peki her durumda bir eseri izlemek, okumak zorunda mıyız? Tabii ki hayır. Eğer bir eseri beğenmezsek, o eser hoşumuza gitmezse, tarzından, anlatımından ya da konusundan veya herhangi bir noktasından hoşlanmazsak ona zaman ayırmak zorunda değiliz. Benim karşı çıktığım nokta ise bir eser hakkında hemen ''sıkıcı'' yaftasını yapıştırmak ve onu anlamaya çalışmak için çaba sarf etmemek ya da onu beğenmediğini bu kadar dar, belirsiz bir ifadeyle anlatmak.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz