Biyografik ve Tarihsel Filmlerde Yönetmenin Konunun Önünde Yer Alması

Bu yazıyı yazma isteğim Il divo (2008) filmini izledikten sonra tetiklendi. Bu yazıda bahsedeceğim düşüncelerin bir benzerini Sayat Nova (1969) filminde de yaşamıştım. Yazımı bu iki filmi baz alarak değil başlıkta bahsettiğim genel durumu baz alarak kaleme alıyorum. Bir sinemasever olarak biyografik filmleri ve tarihsel bir olayı konu alan filmleri izlemek benim için son derece ilgi çekici. Çünkü gerçekten yaşamış bir insanın hayatına dair bir şeyler görmek ve onun hayatının canlandırılması hoşuma gidiyor. Tarihsel konuları ele alan filmlerse o tarihî olayı geçmişe dönerek yeniden yaşayıp görmek, yalandan da olsa o olayın yaşandığı anlarda bir şekilde olmak ve o olaya dair çeşitli detaylarla görsel şekilde karşı karşıya olmak ve tabii ki tarihsel bilgi alıp bir bakış açısından da olsa o olaya konuk olmak bakımından ilgimi çekiyor. Ancak bazı filmlerde bu hoşuma giden noktaları yaşayamıyorum. Bunun nedeni ise genellikle o filmin bir biyografik film ya da bir tarihî olayı konu olan film olmaktan çıkarılması.

Bir sinemacı kendisine bir biyografiyi ya da bir tarihsel olayı konu olarak seçtiyse bu gerçek kişiyi ya da gerçek olayı anlatacak olması bakımından bir sorumluluk taşımalı ve kendisini o konunun önüne taşımamalı diye düşünüyorum. Bazen sinemacıların kendi tarzlarını ön plana çıkarmak için, filmleştirmeye karar verdikleri biyografideki ya da tarihî olaydaki gerçekliğin, bu noktayı önde tutmanın önüne geçtiklerini görebiliyorum ve bu beni o filmi izlerken rahatsız ediyor. Çünkü eğer bir biyografik film ya da tarihsel konulu bir film izliyorsam o filmi izlemeye genellikle konusu dolayısıyla karar vermiş oluyorum ve o filmin varlığının, var oluşunun başlangıç sebebi de aslında o konu. Evet, bir biyografi hakkında bilgi alınmak isteniyorsa sinemadan önce başvurulması gereken başka yollar var ve tabii ki bir tarihsel konu hakkında bilgi almak için de öncelikle bakılması gereken yerler filmlerden başka yerler.

Biyografi ve tarihsel konu teması kendi doğası gereği biyografiyi biyografisi anlatılan kişiye göre, tarihsel olayı tarihsel gerçeklere göre anlatmak zorundadır; yoksa zaten eser biyografi ya da tarihsellikli bir eser olmaktan çıkar. İşte bazı biyografik ya da tarihsel filmlerde bu, konudan sapma, dikkati konudan çekmek halini gördüğümde hayal kırıklığı yaşıyorum. Sinemacılar filmlerini istedikleri gibi çekerken tabii ki kendi tarzlarını diledikleri gibi yansıtabilirler hatta yansıtmalılar da. Ancak durum biyografiye ya da tarihselliğe gelince bu nokta ayrı bir anlam kazanıyor ve hassas bir denge kurulmasına dikkat edilmesi gerekiyor. Çünkü film biyografi ya da tarihsel bir eser olmaktan çıkmaya başladığında eserin konusu anlamını yitirmeye başlıyor. Bu nedenle eğer bir sinemacı kendi tarzını tüm varlığıyla hissettirmek için bir film yapmak istiyorsa biyografilerden ya da tarihsel olaylardan önce filmi için birçok farklı noktadan yola çıkabilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz