Filmler ve Alıntılar

Zaman zaman filmlerin başlamasından önce ve filmlerin sonunda gördüğüm, nadiren, filmler devam ederken de çeşitli eserlerde denk geldiğim edebi alıntılarla ilgili bir şeyler yazmak ve bunları sorgulamak geldi aklıma Sarmaşık (2015) filmini izlerken. Bu alıntılardan kastım senaryodaki diyaloglarda yer alabilen alıntılar değil. Jenerikte, filmin sonunda ya da filmin ortasında karşımıza çıkıveren ve yazı ile ekranda beliriveren alıntılar. Bahsettiğim duruma daha önce birçok eserde denk gelmiş olsam da bunu sorgulamak ve bunun üzerine düşünmek Sarmaşık filmiyle beraber ortaya çıktı bende.

Romanlarda, bazen bilimsel yazıların başında da görebildiğimiz edebi alıntı durumu daha çok mevcut eserin dışından, karşılaşacağımız esere dair düşünceyi desteklemek ve anlatılan olaya, hikâyeye, konuya, fikre bir başkasının yazısına referans vererek eseri zenginleştirmek için kullanılıyor. Filmler ve Alıntılar, bu duruma sinema açısından baktığım bir yazı olduğu için ben bu durumun sinemadaki kullanımını sorgulamaya çalışacağım.

Edebi alıntı ile izleyiciler için bir filmi başlatmak izleyiciler için o alıntı çerçevesinde eseri yorumlamaya neden oluyor ve onların daha dar bir bakışa girmesine sebep oluyor. Eser devam ederken ekranda karşımıza çıkıveren edebi alıntılarsa bizi yönlendirmeye yol açabiliyor ve eserin gerçekçiliğini bozuyor (buna yabancılaştırma yoluyla filmin sadece bir film olduğunu yani gerçek olmadığını vurgulamak da denebilir ama bunu vurgularken aynı zamanda izleyiciye tek boyutlu ve başka yönlü düşünmesine izin vermeksizin bir mesaj da verilmiş oluyor). Filmin sonunda denk gelebileceğimiz alıntılar ise belki de en tehlikesi. Çünkü eser bu alıntı ile birleşerek izleyicinin aklında bir anlam bırakacak; ister istemez.

Bir film, hikâyesini ve anlatmak istediklerini izleyicilerine aktarırken bunu alıntılarla yönlendirmeye ya da belirginleştirmeye çalışmamalı. Bir film öyle olmalı ki, biz o eseri izledikten sonra kendi alıntılarımızı ondan kendimiz çıkaralım. Ne yazık ki edebiyatla sinemanın iç içe geçirilmeye çalışılması zaman zaman filmleri kitaplara, bazı kitapları da filmlere benzetebiliyor. Bundan zararlı çıkacak olansa öncelikle kesinlikle sinemadır bence. Film başlı başına bir anlatım biçimidir. Film yazılı olmayan sözleri (yazılı olmayan diyerek senaryoyu yok saymıyorum; gördüklerimizin yazılı değil de o anlık diyaloglarmış, o anın gerçekliğinde kendiliğinden var olan sözlermiş şeklinde bize sunulmasını kastediyorum) bizlere hikâyesi, kurgusu, diyalogları, görüntüleri ile anlatır. Görsel ve işitsel şekilde, kurguyla bizlere kendisini sunar. Filmin gücü ve kendine haslığı bu görsellikte, kurguda, gördüklerimizin somut olmasında, gerçeğe yakın olmasındadır.

Eser bir alıntılar dizisine dönüştüğünde ya da alıntısı ile öne çıktığında film, film vasfını yitirip edebileştirilmiş bir hal alıyor ve kendisini ayrıksı kılan yanını yitiriyor. Bir sinemacının yaptığı edebi alıntı aslında o sinemacının bizlere izleteceği film olmalıdır. Film alıntıların altında yer almamalı. Film kendi alıntılarını, fikirlerini, etkisini doğurmalı ve bunu sinemanın gücüyle yapmalı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz