Sinema ve Sosyal Medya

Sinema ve sosyal medya... İkisi de birçok insanın hayatında önemli bir yer tutuyor. Sinema bir yüzyıl kadar daha eski olsa da sosyal medya da son yıllarda büyük bir popülarite kazandı. Sinemaya getirilebilecek en önemli eleştirilerden biri herhalde, daha doğrusu bu sanat dalının doğası gereği var olan bir engel -zaman zaman benim de aklıma takılan- gerçekçilik problemidir. Biz bir filmi izlerken oradaki karakter gerçek hayatta yaşamıyor dahi olabilir. Bir filmi izlerken gördüğümüz bir dövüş tamamen sahte olabilir. Bir filmi izlerken o filmdeki karakterlerin elde ettikleri kolay başarılar ya da kurtuldukları tuzaklar bize abartılı gelebilir. Bir filmde bir kişi acılar içinde kıvranırken aslında acı çekmiyor olabilir. Tüm bunlar olabilir. Ama bir film, en azından birçok iyi film, tek boyutlu değildir. Yani sadece bir mutluluktan ibaret değildir. Sadece güzel günlerle dolu değildir. Sadece en mutlu anlarla kaplı değildir. Kendi hayatımızı düşündüğümüzde, bizler de hayatlarımızda bazen iyi şeyler bazen de kötü şeyler yaşadığımız için o filmle daha rahat empati kurabiliriz. Yaşadıklarımızı orada görürsek, sadece iyiyi değil hayattaki kötü şeyleri de görürsek o zaman film bize daha samimi gelir, daha etkiler bizi; genellikle. Sinemanın, doğası gereği gerçekten gerçek olmaması sorunu bu gerçeklerle kat be kat aşılabilir. Gerçeklik duvarı bir hikâyenin içerisinde, bir karakterin gözünden metrelerce delinerek aşılabilir ve izleyicilerin aklına, kalbine ulaşılabilir.

Son yılların en büyük görsel paylaşım ve görsel vakit geçirme alanı sosyal medyada durum nasıl peki? Buradaki görüntüler gerçekten gerçek mi? Evet, gerçek. Her bir karakter, kendi hayatındaki anlardan bazı kareler paylaşıyor. Hem de gerçekten yaşanan şeylerden. Peki sosyal medya bize sinemadaki gibi bir empati kurduruyor mu? Ya da oradaki, tanımadığımız bir karakterin karelerini görerek bir şeyler hissediyor muyuz? Eğer hissediyorsak, örneğin bende, bu durum olumlu duyguların yanı sıra olumsuz duygular da yaratıyor. Eğer birçok insanın sosyal medyadaki kişisel görüntülerini bir film yapacak olursak bu film neredeyse tamamen tek boyutlu bir film olurdu. Sadece mutlu anlardan ibaret bir şerit. Sanki bazı yerleri kesilip atılmış bir şerit... İnsanlar kimliklerini, varlıklarını, egolarını, öz benliklerini burada yayınladıkları görsellerle biraz da tatmin ediyorlar. Olumlu, güzel, iyi, güçlü bir imaj oluşturuyorlar; ister bilerek ister bilmeyerek. Bunun sonucunda çoğu kişinin güldüğü, gülümsediği, güzel bir yemeğin karşısına oturduğu, özel bir yere gittiği mutlumsu anlarla dolu bir görseller diyarı çıkıyor karşımıza.

Gerçekten hangimiz biriyle konuşurken, bir şeye yanıt verirken bu kadar gülüyoruz? Gözümüzden yaş gelircesine kaç kere gülüyoruz günde, ayda ya da yılda? Bu mükemmelleşme dünyasında hem kendimiz hem de diğer karakterlerin varlığı kim daha mutlu sorusunu çıkartıyor ortaya. Kim daha güzel? O mu, ben mi? Ben neden böyle bir güzelliğe sahip değilim, ben neden böyle yerlere gidemiyorum, o ve onun gibi ben de neden oyla mutlu değilim gibi sorular geçebiliyor içimizden. İçimizde kalan bu soruları örten mutlu paylaşımlar yalanlaşan bir dünyaya çekerek mutsuzlaştırabiliyor insanları; içten içe.

Diyeceksiniz ki, sinema ve sosyal medyanın ne alakası var şimdi. Ya da, o ayrı konu bu ayrı konu, ikisini kıyaslamaya ne gerek var? Olmayabilir bence de. Ama ne de olsa burası kişisel bir sinema bloğu. Ben de içimden gelen bir yazma isteğini böyle dile getirdim.

Not: Aşağıdaki görsel Monsieur Hire (1989) filminden alınmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz