Sinema ve Gerçekçilik Problemi Üzerine Bir Yaklaşım

L'amant double (2017) filmini izlemiş, yatıp uyuyacaktım ki filmin oyuncularına bakarken bir şey dikkatimi çekti. Bundan bahsetmeden önce filmin konusundan bahsetmem gerekiyor. Bir romandan uyarlanmış olan bu filmde kabaca, ikizi olmak, ikizlerle ilişki yaşamak konusu işleniyor. Filmin başrollerinde üç farklı karakter var. Bunlardan birisi kadın; diğer ikisiyse birbirlerinin ikizi olan iki erkek. 

Filmin oyuncularını incelerken, filmin etkisiyle, filmde yer alan ikizleri canlandıran oyuncuların gerçek isimleri için iki farklı isimle karşılaşacağımı düşündüm. A ikizini kim, B ikizini kim oynamış acaba diye düşündüm hatta. Ancak sonra fark ettim ki ikizleri tek bir oyuncu canlandırmış. Tabii ya, nasıl da düşünemedim? Aslında bunu düşünememiş olmam filmin başarısı adına bir anlamda iyi bir şey. Ama ben daha çok, kendimi kandırılmış gibi hissettim. İzlediğim şeylerin, hikayelerin, oyunculukların, dekorların, giysilerin; kısacası her neyle karşılaşıyorsam olabildiğince gerçekten gerçek olmasını isterim.

Bu konu beni düşündürttü ve yatağımdan çıkıp bunlar hakkında bir şeyler yazmaya itti. Eğer film hakkındaki bilgileri okurken A ikizini X oyuncusu, B ikizini ise Y oyuncusu canlandırmış şeklinde bir bilgiyle karşılaşsaydım ve bu iki oyuncu gerçek hayatta da gerçekten ikiz olsaydı kendimi kandırılmış hissetmeyecektim. Belki de tatmin olmuş hissedecektim. Çünkü bana gösterilen şeyin hayatta bir yansımasını görmüş olacaktım. Filmi izlerken aklımın inandığı film gerçekliği, gerçek hayata da aksetmiş olacağı için memnun olacaktım.

Ama böyle olmadı. Sinema, izleyiciye karşı birçok hile gerçekleştirebilecek ve bunları oldukça gerçekmiş gibi anlatabilecek bir sanat dalı. Böyle bir teknik güce sahip. Bu gece yaşadığım bu örnek aklıma yaklaşık dört beş sene önce Devlet Tiyatrosu'nda izlediğim Hamlet oyununu getirdi. Hamlet'in bu yorumunda sadece bir oyuncu rol alıyordu: Bülent Emin Yarar. Tek başına tüm oyunu oynuyordu. Kısa bir süre duraksayıp, jest ve mimikleriyle diğer karaktere bürünüveriyordu. L'amant double filmindeki gibi, iki karakteri canlandıran tek bir oyuncudan çok daha fazlası vardı gözlerimizin önünde. Gerçek olmadığı da apaçık ortadaydı. Ancak her şey gözümüzün önündeydi ve sahteliği gerçekten gördüğümüz için o sahteliği ne büyük bir oyunculuk olarak algılayıp hayran kalıyorduk. Gerçekten çok başarılı bir yorum ve oyunculuktu... 

Sinemanın doğal bir sorununa aklımdan çıktığınca bu yazımda yer vermeye, düşüncelerimi ve hislerimi anlatmaya çalıştım.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz