Bir Filmi Yeniden İzlemek

Son günlerde sevdiğim bazı filmleri yeniden izledim. Bir filmi yeniden izlemek tıpkı bir kitabı yeniden okumak durumunda olduğu gibi insana başka başka güzellikler yaşatıyor. Hele ki üzerinden hatrı sayılır bir zaman geçmişse...

Zaman zaman, izlediğim bazı güzel filmleri, okuduğum bazı güzel kitapları, gittiğim bazı güzel oyunları ya da hayatta bizzat öznelerinden biri olarak yaşadığım bazı güzel anları hatırlar, özlerim. Nostaljiyi severim. Yaşanan bir güzelliğin tekrar yaşanabileceğini hatta daha da güzel bir şekilde yaşanabileceğini düşünürüm.

Geçmişteki mevcut birikimlerim, düşüncelerim ve hayata bakış açımla izlediğim bazı filmleri şimdiki birikimlerim ve bakışlarımla yeniden izlediğimde daha önce duymadığım, görmediğim, düşünmediğim bazı şeyler çıkar ortaya. Bunda bana özellik çok acayip bir yan da yok açıkçası. Eğer üzerinden yeterince zaman geçmişse hemen hemen her insan yeniden izlediği bir filmde başka güzellikler ve başka düşünceler bulabilir.

Kimi zaman, çok sevdiğim filmleri yeniden izleme isteği duyar, ancak bekletirim. Güzelliğini bildiğim bir şeyi saklayıp hemen tüketmek istemezmişim gibi. O orada saklı dursun, onun yerini bileyim, onun tadını bileyim ama biraz daha zaman geçsin, daha da çekici olsun, daha da özlem duyayım da öyle izleyeyim onu gibi bir düşünce. Şarap meselesi yani.

İnsanın kendi kendisine güzel bir şekilde, iç gıdıklayarak işkence yapmasına gerek yok. Önce Arabistanlı Lawrence ile başladım. İlk izleyişimden geçen bunca zamandan sonra filmde daha derin ve daha hayran bırakıcı bazı yanlar gördüm. Lawrence'ın psikolojik bunalımı hiç aklımda kalmamıştı örneğin. Ama ikinci izleyişimde bu yan da beni çok etkiledi. Başlı başına bir karakter olan Lawrence birçok baskı duyuyor kendisinde, bu baskılarla mücadele ediyor adeta, birçok şeyle savaşıyor, görünenden öte.

O kadar çok ki yeniden izleme isteği uyandıran filmler... Hangi birini yeniden izleyeceğini şaşırıyor insan. İçimde etkisi ve tadı derinlere yayılarak kalmış olan hayranlık uyandırıcı bir filmi, Kanal'ı izledim. Birkaç sene önce ölen Wajda'nın 1957 yılında yani İkinci Dünya Savaşı'ndan on iki yıl sonra çektiği bu filmde ustalıklı bir anlatımla etkileyici bir insanlık dramına tanık oluyoruz. İlk izleyişime oranla yeni birçok noktaya hayranlık duydum bu filmde ve filmle ilgili birçok şeyi de unutmuş olduğumu gördüm. İki insanın tüm olumsuzluklara rağmen sevişmeye başlamalarına ramak kala patlak veren saldırı ile tüm hayatın belli bir yana kayması, telefonla ailesine ulaşan bir piyanistin, ailesinin son anlarına tanık olması ve daha sonra kanalizasyonda müzik çalarak meczuplaşması, aşkını yarı yolda bırakmayıp sırtlanan bir kadının kanalizasyona onun adını yazması, insanların kanalizasyonda bir bir yok olması ve en sonunda etkileyici bir şekilde anlatılan diğer dramlar... Bu anlatışlarım filmin güzelliğinin yanında çok zayıf kalıyor, o yüzden daha fazla şey anlatmamayı tercih ediyorum.

Sırada daha birçok film var. Zorba örneğin, Fahrenheit 451 ya da. Monty Python'lar, America America, Kaos... Öyle uzayıp gider ki burası, ucunu alamam. Sözlerimi hepten keseyim. Bir filmi yeniden izlemeyi ihmal etmeyin, güzel filmlerle kalın.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz