Bir Filme Eski Olduğu İçin Burun Kıvırmak

Sinema sanatının çok kısa bir tarihi olsa da on binlerce eseriyle hem hızla büyüyor hem de birçok açıdan gelişiyor. Sinemaya, televizyonda denk gelinip de izlenen filmler, eğlenmek için gidilen salonlar, popüler konulara hakim olarak hakkında konuşulabilecek bir şeyler elde etmek ya da öylesinelikle bakan kimi insanlarda zaman zaman gördüğüm bir davranış şekli mevcut. O da, bir filme eski olduğu için burun kıvırmak.

Özellikle, en yeniye, yeni sunulana, tüketilmesi gerektirilen filmlere maruz kalan ve bunlara karşı eleştirel bir tutum geliştirememiş insanlar savunmasız bir şekilde sadece en popüler, en çok konuşulan, etrafta en çok görülen filmlere yönelme eğilimi duyuyorlar. Söz gelimi, 1990 yapımı bir film kimi insanlar için ''eski film değil mi o ya'' gibi sözler edebilmeye neden oluyor. Çok daha eski filmlerse kimi zaman görüntü kalitesinin çok düşük olacağını zannetmekten ya da o kadar eski filmlere karşı zaten hiçbir duygu tatmamış olduklarından söz konusu bile olmayan filmler arasında yer alabiliyor.

Bir kitap 1930 yılında yazılmışsa genellikle herhangi bir okur için, yazım tarihi günümüzden çok eski diye bir sorun yaratmıyor. Bunda, edebiyat okurluğunun daha güçlü bir geleneğe, kültüre ve birikime sahip olmasının etkisi olabilir. Kitap okumak bir vakit geçirme aracı, tüketim aracı olmaktan ziyade daha bilinçli ve daha çok emek harcanan bir eylem olarak sinema izleyiciliğinden zaman zaman ayrılıyor. Sinema, popülerleşme ve sıradanlaşma etkisine daha yatkın bir alan olarak göze çarpıyor.

Araya, aklıma geldiği için sıkıştırıverdiğim üstteki paragraftan sonra bu yazıyı yazmamı sağlayan konuya geri döneyim. Kimi sinema izleyicileri kimi sinema izleyicilerinden şu soruyu duyabiliyor zaman zaman: Sen neden hep eski filmler izliyorsun? Bu soruya içten bir zevkle eski filmler daha güzel cevabı da verilebiliyor. Bu cevabı verdiğim zamanlar oldu. Ama yeni çıkmış bir film eski bir filmden tabii ki güzel olabilir. Burada benim vurgulamak istediğim şey, tıpkı tarihte olduğu gibi, eskiyi, kökenleri, önemli eserleri, çığır açan şeyleri bilmek, izlemek, edinmek; şimdiyi, yakını ve geleceği daha iyi görmeyi, anlamayı sağlıyor.

Son yıllarda yapılmış bir filmi (City of Angels, Hachi: A Dog's Tale) çok beğenen bir insanla aynı filmi izleyip aslında o filmdeki bazı şeylerin yıllar önce yapılmış bir filmden (Der Himmel über Berlin, Hachikô monogatari) alındığını, ona öykünüldüğünü görebilen insan arasındaki fark sinema kültürünü ve bilincini yaratıyor. Eski olduğu için bazı filmleri izlemeyen insanlara bu filmler, bu kültür sevdirilebilir, tattırılabilirse bundan sonraki sinema eserlerinin de kalitesinin artacağını düşünüyorum.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Gölge Oyunu (1993)

Aaahh Belinda (1986)

Talihli Amele (1980)

Il était une fois... la vie (1987-1988) Bir Zamanlar... Yaşam

İlk Yarım Saatine Sabredebilirseniz Çok İyi Bir Film İzleyeceksiniz